20 Mart 2011 Pazar

Fikir, insanı sakat bırakır..: Ayıp !

Fikir, insanı sakat bırakır..: Ayıp !: "Blog sitelerinin kapanması. Bu kadar emeğe yazık değil mi ? Sosyal medyanın gücünü böyle mi engelleyecekler. Bir dolu haberi, paylaşımı enge..."

24 Şubat 2011 Perşembe

Mustafa Sönmez: Para-Sinema-Para…

Mustafa Sönmez: Para-Sinema-Para…: Mustafa Sönmez

Kriz, işsizlik, Wikileaks depremi…Bütün bunlardan bunaldıysanız kendinizi bir sinemadan içeri atın. Bu gün vizyona giren Yavuz Tuğrul-Şener Şen- Cem Yılmaz üçlüsünün Av Mevsimi filmini seyredin mesela. Çağan Irmak’ın Prensesin Uykusu da iyi bir film. Çoğunluk, ancak Beyoğlu’nda 30 koltuklu bir sinemada yer bulmuş kendisine, ama gidin, izleyin. Salonları, kifayetsiz muhteris Mahsun Kırmızıgül’ün Newyork’ta Beş Minaresi kapatmış. O gazla bir de Çanakkale filmi çekecekmiş Kırmızıgül…Vizyona yeni yılın ilk ayında girecekler arasında Fethullahçıların yapımı Saidi Nursi de var. Bir de Kurtlar Vadisi Filistin…

***

Türk sineması hızlı bir metalaşma ve endüstrileşme yolunda. Öyle böyle değil, en büyük hasılatı Türk filmleri ezici bir biçimde yapıyor. Son 20 yılın en çok seyredilen filmlerinden sadece ikisi, Titanik ve Avatar, yabancı yapım. Geri kalanlar hep Türk filmi. Her film, 4,5 milyon ila 2,5 milyon arasında seyirci toplamış. Bu, her film için ortalama 25 milyon TL’lik hasılat demek.



Türk sinemasında 1990 sonrası endüstrileşmeye yol açan bir dizi etken var. Birincisi dış kaynakla büyüyen ekonomiden, Türk sinema sektörü de yararlandı. 73 milyonluk nüfusun dörtte üçü kentlere taşınırken artan iç tüketim AVM’leri, plazaları, onların içinde de sinema salonlarını yarattı. Sayıları 226’yı bulan AVM’lerin yüzde 40’ı İstanbul’da toplanırken diğerleri irili ufaklı birçok kentte ve hemen hepsinde sinema salonları açıldı. Eğlencenin endüstrileştiği İstanbul’da hızla yeni sinema salonları inşa edildi. Yine 1990 sonrası onlarca televizyon kanalının yerli film talebinde patlama yaşandı. Eski Türk filmlerine bile “nur yağdı”...En çok da TV’lerin dizi modası, sinema endüstrisinin altyapısına, ekipmanı ve kadrosuna ivme kazandırdı. Birçok sinemacı, dizi de çekmeye başladı ama diziden kazandıkları ile özellikle ölü sezonlarda sinema filmi yapmayı sürdürdüler. TV’de yıldızlaşan starlar ( Recep İvedik,Cem Yılmaz,Yılmaz Erdoğan) bu popülaritelerini sinema filmine tahvil etmekte gecikmediler. Giderek, geniş anlamda medyada çok hızlı bir entegrasyon yaşandı. Yazılı medya-TV bütünleşmesini, dizi yapımcılığı-sinema filmi üreticiliğinin entegrasyonu izlerken, sinema, özellikle de diziler, reklamların ana taşıyıcısı oldular. Sinema salonları, kendi başlarına reklamlarda yüzde 5’e yakın pay almaya başladılar. Sinemaya, bira, iletişim firmaları başta olmak üzere birçok firmanın sponsor olarak katılmasıyla, getiri arttı (*).

Sinemada yerli yapımların bu kadar ezici üstünlük sağlamasında, sinemacıların , esas olarak kültür gıdasını TV’den alan seyircinin yerleşik beklentisini iyi “okumaları” ana etken. Popüler kültürün kahkaha, gözyaşı, şiddet, cinsellik, korku vb. ögelerini, dizilerden sonra sinema filmi tavasında yerli seyircinin damak tadına uygun pişirmede bir biriyle yarışan sinemacılar, hızla sinema üstünden sermaye birikiminde hatırı sayılır mesafe kat ettiler.

***

Kuşkusuz, sinemada metalaşma ve endüstrileşmede ana etkenlerden biri, sektördeki ucuz ve güvencesiz işgücü. 2009 Sosyal Güvenlik Kurumu verileri, sinema filmi ve ses kaydı yayıncılığı diye sınıfladığı faaliyet alanında bin 235 firma ve 11 bin dolayında kayıtlı istihdama işaret ediyor. Oysa sinema ve müzik endüstrisinde çalışanların bu rakamların çok üzerinde olduğu bilinir. Düşük ücret ve güvencesizlik ana sorun. Nitekim DİSK-Sine-Sen 2009 raporunda çalışma koşullarını şöyle özetlemektedir: “… filmlerin setlerinde çalışanların yüzde 90’ı ise sosyal güvenlikten yoksun ve sigortasız çalışmaktadır…ortalama çalışma süresi yaklaşık olarak 16-18 saattir. Bu çalışmalarda hiçbir ekip fazla mesai alamamaktadır. Setlerde çocuk oyuncular dahi uygun olmayan koşullarda ve saatlerce çalıştırılmaktadır. İnsanlık dışı ağır çalışma koşulları, yorgunluk, uykusuzluk ve stres yüzünden geçen yıl 3 kişi iş kazasında öldü; 1 kişi intihar etti ve 1 kişi de kalp krizi geçirip öldü..”

Rahat koltuklarımıza gömülerek izlediğimiz hayal mahsullerinin hamurunda sinemacının yaratıcılığı kadar emeğin kanı, teri ve gözyaşı olduğunu unutmayalım...İyi seyirler…

(*) Medyada entegrasyonun geniş tahlili, önümüzdeki hafta Yordam Kitap yapımı olarak piyasaya çıkacak olan Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı başlıklı çalışmamda yer alıyor.

28 Aralık 2010 Salı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Öğrencileri Kongresi Sonuç Deklarasyonu

ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ÖĞRENCİLERİ KONGRESİ SONUÇ DEKLARASYONU ( 9-10 ARALIK 2010 / BOLU )

Biz Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Topluluğu olarak geçen yıl yerel bazda düzenlediğimiz Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Öğrencileri Kongresi’nin bu kez diğer üniversitelerden de katılımların gerçekleşmesiyle ulusal bir kongre olmaya adım adım ilerlemesinden ötürü büyük bir mutluluk duymaktayız.

Geçen yılki kongremizde olduğu gibi yine amacımız İktisat’ın bir sosyal bilim olduğunu ve diğer sosyal bilimlerle birbirlerinden ayrılamayacağını vurgulamaktır. Bu kapsamda çeşitli konularda farklı bakış açılarıyla hazırlanmış tebliğleri kongre programına dahil ederek sosyal bilimlerin disiplinlerinin hepsinin ortak bir yönü olduğunu göstermeye çalıştık.

“ Toplumsal ve Ekonomik Yönleriyle Devlet” ana başlıklı kongremize başlarken Dünyadaki ekonomik ve toplumsal dönüşümleri göz ardı edemezdik. Bu çerçevede son 30 yıla hâkim olan neoliberal öğretinin özelliklerini enine boyuna irdelemek istedik. Özellikle kongremizin genelinde birçok konu neredeyse neoliberal sömürü düzenine doğrudan ya da dolaylı şekilde değinilerek sunulmuştur.

1980’lerden itibaren başlayan neoliberal küreselleşme akımının yol açtığı olumsuzluklar, çıkmazlar her yönüyle, özellikle az gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, birçok ülkeyi derinden etkilemiştir. Bugünün gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerinin, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere yaşadığı sorunlardan kurtulmanın ve kalkınmanın yolu olarak gösterdiği neoliberal küreselleşme olgusunun aslında tamamen yanlışlığı vurgulanmıştır. Bu gelişmiş ülkelerin kendi kalkınma süreçlerinde uyguladıkları politikalarla bugünün gelişmekte olan ülkelerine uygulamayı yol gösterdiği politikaların tamamen zıtlığı üzerinde de durulmuştur. Örnek olarak Türkiye üzerinden gidecek olursak, IMF ve Dünya Bankası ortaklığının yapısal uyum ve istikrar programları adı altında dayattığı sermayeye teslim politikalarının bir ürünü olarak özelleştirmelerin, hem sosyal düzene hem kurumlarda çalışan emekçilere hem de devletin ekonomik yapısına büyük zarar verdiği görülmüştür. “Devlete yük” olarak gösterilerek özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerinin aslında yük değil tam tersi bulunduğu yeri ve ülke ekonomisini canlandırıcı görevleri olduğu bilinir. Hatta Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin, gelişmişlik düzeyine ulaşması için gerekli sanayileşmenin belkemiği KİT’lerdir. Fakat 1980 sonrası gelen askeri rejim ve onun akabinde uygulamaları aynı yönlü olan yarı buçuk demokrasili hükümetin başındakiler bunu yanlış göstererek özelleştirmelere zemin hazırladılar. Bu olay günümüzde de daha da dozajını arttırarak sürmektedir. Yine bu politikaların olumsuz etkilerine ekleme yapacak olursak tüm dünyada yaşanan su krizleri, suyun metalaştırılması konuları ilk sıralarda yer alır. Birçok ülke susuz kalma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Doğanın bizlere sunduğu suyun meta haline getirilmesi, yani pet şişelere hapsedilip tüm dünyada bu şekilde satışa sunuluyor. Bir diğer irdelenmesi gereken konuda darbeler ve ideoloji bağlantısıdır. Şöyle ki; Türkiye üzerinden konuşacak olursak, 12 Eylül 1980 darbesiyle bir “korku toplumu” yaratılmıştır. Yani insanlar ideolojilerini açıklamaya çekinir hale gelmiştir. Bu korku yıllarının meyvesi olan YÖK’ün de dayatmacı uygulamalarının üniversite gençliği ve öğretim üyeleri üzerinde büyük baskı oluşturduğunu gördük ve hala da görmekteyiz. Buradan anlaşılıyor ki; bilim yuvaları üniversitelerde insanlara büyük baskılar söz konusudur.

Tekrar küreselleşme kavramına dönersek, yeni liberal uygulamalarla tüm dünyada yolsuzluğun önü açılmıştır. Zaten son çeyrek yüzyılda bu tür suçların arttığı bilinen bir gerçektir. Türkiye bunun en büyük örneğini yaşamıştır. Aynı zamanda bu uygulamalarla yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin olduğu bir dünya düzeni ortaya çıkmış, birçok ülkede de bu yüzden açlık önemli bir sorun teşkil etmiştir. Fakirlik öyle bir hal almıştır ki; barakalar da hatta sokaklarda yaşayan insan sayısı artmış ve toplumsal bir sorun olan bu olaylara duyarlılık maalesef azalmıştır.

Neoliberalizm ile birlikte piyasa kavramı üzerindeki ahlak tartışmaları da alevlenmiştir. Günümüzde gördüğümüz piyasalardan bahsederken ahlak kavramını olumlu kullanmanın ne kadar doğru olduğu tartışılır. Öyle ki; sadece spor olarak nitelemek gerekirken futbol, spor boyutunu aşmış, endüstri halini almıştır. Söz konusu milyon dolarlarca transfer ücretleri birçok ülkenin borcunu kapatacak boyutlardadır.

Neoliberalizmin büyük darbe aldığı son ekonomik kriz ile birlikte birçok emekçide işlerinden olmuş ve refah düzeyleri aşağıya doğru iniş göstermiştir. Bu kapsamda kongremizde gerçekleştirilen sunumlarda da sonuç olarak belirtildiği gibi üretim kapasitelerini arttırma ve hızlı büyüme işsizliğin azalması için önemli bir faktör olabilir.

Dünyadaki dengesizlikler sadece ülkeler arası değil, ülkeler içinde de bölgesel bağlamda söz konusudur. Belki de bu eşitsizliğin en büyük nedenlerinden biri göç olaylarıdır. İnsanları göç etmek zorunda bırakmak yerine istihdam yaratıcı birtakım uygulamalar gerçekleştirilirse, sosyal devlet anlayışının az da olsa yerine geldiği düşünülebilir.

Son yıllarda Türkiye’de tarımsal üretim yapan insanlar büyük sıkıntılar içindedir. Üretilen ürünün karşılığını alamama, devlet tarafından herhangi bir sübvansiyon yapılmaması çiftçileri olumsuz etkileyerek, bu durum üretime ket vurmaktadır.

Hidroelektrik santraller sorununa gelince, tüm canlıların ana ihtiyacı olan su, HES’lerin inşasıyla birlikte, yaşam alanlarını kaybetmekte, doğa alanları tahrip olmakta, Dünyada yaşam gittikçe yok olmaktadır. Suyumuz bir enerji ve para kaynağı olarak kullanılmamalıdır.

Küresel ısınmanın ekonomik boyutu olarak tarımda görülen olumsuz etkileri de üretime yansımaktadır. Ayrıca küresel ısınmayla birlikte çevre de yaşanan tahribatlar, doğal dengenin bozulması, dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Bu bağlamda insanların da duyarsız olması bunu daha da tetiklemektedir.

Türkiye’de 24 Ocak Kararları ile birlikte, baskılanan emek ücretlerinin yanı sıra işçilerin sendikal haklarının da elinden alınması söz konusudur. Sadece Türkiye değil, bağımlı diye tanımlanan tüm ülkelerde durum bu şekildedir. Asıl olan şey, yapılanması gereken, sendikaları eski işlevlerine döndürmek ve emekçilerin gerçek haklarını teslim etmektir.

Yine özellikle neoliberalizmle birlikte artan sömürücü dünya düzeni hem sefalete hem de karışıklıklara neden olmaktadır. Bunun en büyük örneği de Afrika’da yaşanmaktadır.

Türkiye’de ve Dünya’da kadınların karşılaştığı koşullar, yapılan haksızlıklar maalesef çok fazla dile getirilmemektedir. Yenidünya düzeninin getirdiği kayıt dışı istihdam ya da diğer bir tabirle “görülen eller, görülmeyen emek”[1] kapsamında onlarca kadın olumsuz şartlarda düşük ücretlerle çalışmaktadır. Sosyal haklar bağlamında da maalesef kadınlarımız geri plana itilmiştir. Ama Türkiye bu konuda şanslıdır ki; Behice Boran gibi bir kadın liderle tanışmıştır. Birçok haksızlığa uğramasına rağmen, her zaman ülkesi için en iyi şeyleri düşünmüş ve uygulamaya çalışmıştır. Bu da gösteriyor ki; yılmadan, yorulmadan bir hayat yaşayan Behice Boran tüm kadınlara örnek olacak bir kişiliktir.

Kongrenin başlığını oluşturan düşüncemiz, İktisadın sosyal bilimlerden ayrılamayacağı ve üniversitelerdeki İktisat eğitiminin daha nitelikli olması gerektiği vurgulanmıştır.

Kapatmadan önce son olarak, insan hakları bağlamında Darfur adlı sunum ile uzun zamandır konuşulmayan konu gündeme gelmiş oldu. Ayrıca Azerbaycan ve SSCB sonrası durumu irdelenerek tartışmaya açıldı.

Biz Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Topluluğu olarak, kongremize katılan Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Topluluğu ile Akdeniz Üniversitesi Ekonomi Topluluğu’na, bizlerden desteğini esirgemeyen tüm hocalarımıza teşekkürü bir borç bilir, kongremizin hem topluluğumuz hem de üniversitemiz açısından gelenekselleşmesini dileriz.

Her birimiz buradan farklı kazanımlarla ayrılırken, hepimizin paylaşabileceği son bir cümle olduğunu düşünüyoruz.

“Her şey siyah veya beyaz olmak zorunda değildir, önemli olan fikirlerimizi paylaşabileceğimiz bir çatı yaratabilmeyi başarmak ve onu sürdürebilmektir...”

Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Topluluğu





[1] Saniye Dedeoğlu’nun Doğudan Dergisi’nde yayınlanmış bir makalesine atfen kullanılmıştır.

1907 ÜNİFEB - Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Kitap ve Kırtasiye Yardımı

1907 ÜNİFEB - Abant İzzet Baysal Üniversitesi olarak, Bolu'daki Dodurga İlköğretim Okulu öğrencilerine kitap ve kırtasiye yardımı yapmak için hepinizden destek beklemekteyiz. 1907 ÜNİFEB'in sadece bir taraftar topluluğu olmadığını bir kez daha vurgulamak isteyen, kendi aramızdaki adıyla "Abant ÜNİFEB" sizin de desteğinizle, hem kitap ve kırtasiye bağışı yapacak hem de 4 Ocak'ta Abant İzzet Baysal Üniversitesi Kültür Merkezi Mavi Salon'da yapılıcak olan, Eğitim Fakültesinden arkadaşlarımızın düzenlediği çocuk müzikaline, Dodurga İlköğretim Okulu'ndan öğrencileri götürecektir. Bizim yanımızda olmanızı ve bize bu organizasyonda destek vermenizi diliyorum. Çocuklarımıza, ülkemizin geleceğine, yapılacak olan bu yardımda bizi yanlız bırakmayacağınıza inanıyorum.


Facebook'taki etkinlik sayfamızı görmek için tıklayınız.

İletişim:

1907 ÜNİFEB - Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Örgütlenme ve Üyelik Sorumlusu:
Erdem UYSAL

E-Mail:
uysal_erdem@hotmail.com

Tel:
0506 506 85 85
0532 568 89 39

Önce Tanışalım..

1996 yılında kurulan AİBÜ İktisat Topluluğu, günümüz iktisadının, dolayısıyla iktisat eğitiminin hakim öğretilerine eleştirel bir bakış açısı getirmeyi, tartışmayı, üniversite gençliği arasındaki diyaloğun gelişmesini ve bilinçli bir toplum ve bilinçli bir üniversite gençliği oluşmasında katkıda bulunmayı kendisine amaç edinmiştir. Bu çerçevede AİBÜ İktisat Topluluğu, sadece iktisat bölümünden değil, hangi bölümü okursa okusun tüm üniversite öğrencilerinin tartışmak, eğlenmek ve bilgilenmek üzere toplandığı geniş bir çatıdır.

İktisat Topluluğu neler yapar?
İktisat Topluluğu çalışmaya bir dönem boyunca yapacağı faaliyetleri belirleyerek başlar. Genel olarak değerli akademisyenlerle iktisadi konular üzerine paneller, öğrencilerin kendi aralarında yaptığı haftalık eğitim çalışmaları, hocalarla söyleşiler ve kongreler topluluğun akademik faaliyetlerini oluşturmaktadır. Bununla birlikte haftada iki kez düzenli olarak toplanır ve bu toplantıları bazen şehir içinde çeşitli kafe ve pastanelerde gerçekleştirerek hem eğlenceyi hem de çalışmayı bir arada yürütmüş olur. Ayrıca her yıl çeşitli piknik organizasyonları ile de topluluk içi kaynaşma sağlanması hedeflenir. Tüm bunların yanında topluluğumuz Türkiye Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresi Düzenleme Kurulu Üyesidir.